Ocağın başında dedikodu ve Mem


Erich Fromm’un “Sevme Sanatı” adlı eserinde, sevgi kavramı ve bu kavramın bireyler ve
toplum üzerindeki etkileri aktarır. Fromm, sevgiyi bir beceri olarak ele alır; bu beceri, pratik
yapılması ve geliştirilmesi gereken bir sanattır. Ona göre, gerçek sevgi, kendini gerçekleştirme,
diğer insanları anlama ve onlarla derin bağlar kurma kapasitesine dayanır. Ancak, Fromm
modern toplumda, özellikle kapitalist sistem içinde, bu gerçek sevginin giderek daha da nadir
hale geldiğini savunur. Kapitalizm, bireyleri rekabet ve tüketim odaklı bir yaşam tarzına
yönlendirirken, insan ilişkilerini de yüzeyselleştirir ve sevgiyi bir alışveriş gibi algılamaya iter.
İnsanlar, sevgi ilişkilerinde bile “al-ver” mantığıyla hareket ederler; karşılıklı yarar
sağlamadıkça ilişkilerin sürdürülebilir olmadığı düşünülür.


Kapitalizm ve bireyselleşme, bireylerin ruh durumunu önemli ölçüde etkiler. Fromm’a göre,
modern toplumda bireyler, özgürlük adına yalnızlaştırılmış ve yabancılaşmıştır. Bu
yabancılaşma, insanların kendileriyle, diğerleriyle ve doğayla olan ilişkilerinde kopukluk
yaratır. Kapitalist sistem, bireyleri sürekli olarak tüketmeye ve kendi çıkarlarını maksimize
etmeye teşvik ederken, derin ve anlamlı ilişkiler kurma becerilerini zayıflatır. Sonuç olarak,
insanlar giderek daha fazla yalnızlık, anksiyete ve varoluşsal boşluk hissi ile yanyana yaşarlar.
Bu ruh hali, gerçek sevgiye olan ihtiyacı daha da artırır; ancak sistemin dayattığı yaşam biçimi,
bu ihtiyacı tatmin etmeyi zorlaştırır. Fromm, bu durumu aşmanın yolunun, sevgi sanatını
öğrenmekten ve bu sanatı hayatın merkezine koymaktan geçtiğini savunur. Fromm u kısaca
tanıdık. Bende ekonomik politikaların toplumların ve bireylerin ruh sağlığını etkilediğini
düşünüyorum. Fromm Haklı ama insanoğlunun elindeki en iyi ekonomi politikası hala
kapitalizm. Bunun en vahşi formu amerika da ve artık küçük amerika olan ülkemizde.
Enflasyonun artışı toplumsal yozlaşma, gelir dağılımı adaletsizliğinin artışı, maslow’un
hiyerarşisindeki temel gereksinimleri karşılamakta zorlanan bireyler, sabit gelirli kişilerin
tasarrufa gidememesi, ev alabilmek için 20 yıl çalışması gereken gençler ve daha oturup
konuşsak sabaha kadar sürecek etkileri. Bunların her birinin ülkemizdeki bir bireyi
etkilememesi mümkün müdür? Geleceğe umutla bakmayan birey hangi ekonomik
davranışlarda bulunur ve ruh sağlığı nasıldır? Ekonominin döngüleri vardır. Ülkemizde de
devalüasyon ve krizlerlerle bir çok defa karşı karşıya kaldığı bir gerçektir. 20 ya da 100 yıl
öncesine göre kat kat daha iyi imkanlara, daha güvenli ve sağlıklı bir halde olduğumuz bir
gerçek. Ama neden kat kat daha iyi şartlarda olsakta neden daha mutsuzuz? Bir çok teori olsa
da asıl neden kültürümüzün birey ve halkın karşılaştığı sorunlara karşı kolaylaştırıcı ve
dengeleyici özelliklerinin bu devirde yetersiz kalmasıdır. Maymun zihnimizin evrimi ilk aştığı
an bilinçti kültürümüzün evriminin ise aşıldığı o televizyonların ve medya araçlarının
toplumun hayatının bir parçası haline gelmesidir. Evrim yavaş işler biz ise çok ama çok
hızlandık. THE İNSAN kitabımda da anlattım. Kültürünü aşan ülkeler genelde gelişmekte olan
ülkelerdir dikkat edin her şeyin olgunlaşması için zaman gerekir biz onu aşalı çok oldu kültürün
kurumları, normları, araçları ve denge mekanizmaları artık yetersiz kalıyor. Günün şartlarında
ayak uydurabilmek için alın terinin değersizleştirildiği, illegal kazançların ödüllendirildiği,
iyiliğin çoğu zaman cezalandırıldığı ve aile kurumunun maliyetler ve eskimiş kültür kodlarıyla
zayıflatıp ilişkilerin ucuzlaştırıldığı canım ülkemTürkiyeye bakalım.

Türk halkının kapitalizmle tanışması ve köyden kente geçiş ile başlar.


“Enflasyon, bir ulusun ekonomik temellerini sessizce kemiren bir çürümüşlüktür.” –
Adam Smith
“Enflasyon, sadece ekonomik bir sorun değil, aynı zamanda sosyal bir felakettir.” – John
Maynard Keynes


Türkiye’de kent-köy göçü, 20. yüzyılın ortalarından itibaren hız kazanan bir olgu olarak,
toplumsal yapıyı ve bireylerin yaşam biçimlerini köklü bir şekilde dönüştürdü. Tarım
toplumundan sanayi ve hizmet sektörüne geçiş, köylerden kentlere büyük bir göç dalgasını
tetikledi. Bu süreçte insanlar, daha iyi yaşam koşulları, eğitim olanakları ve iş fırsatları
arayışıyla köylerini terk ederek kentlere yerleşmeye başladılar. Ancak bu göç dalgası, kentlerde
yoğun nüfus artışına, gecekondulaşmaya ve sosyal uyum sorunlarına yol açtı. Kırsalın
geleneksel, dayanışmacı yapısından kentlerin bireysel ve rekabetçi yapısına geçiş, birçok insan
için adaptasyon zorluğu ve sağlıksız alt kültürler yarattı. Kültür bu ani değişime ayak
uyduramadı, işlevsiz olmaya başladı ve bu değişim, bireylerin ruh sağlığını da etkileyerek, kent
yaşamının getirdiği stres, yalnızlık ve yabancılaşma duygularını artırdı.


Kültürün denge mekanizması demiştim. Kültürün evrimini mem dediğimiz kavram üzerinden
bakmak gerekir. Richard Dawkins’in “mem” (meme) kavramı, bu dönüşüm sürecinde kültürel
aktarımın nasıl gerçekleştiğini anlamamıza yardımcı olur. Dawkins, “Mem” leri, biyolojik
genlere benzer şekilde kültürel bilgiyi, inançları, davranışları ve değerleri bir bireyden diğerine
aktaran birimler olarak tanımlar. Türkiye’de kent-köy göçü ile birlikte, köyden gelen bireyler
kent kültürünün memleri ile karşı karşıya kaldılar. Kente özgü davranış kalıpları, değerler,
tüketim alışkanlıkları ve sosyal normlar hızla yayıldı ve bu yeni kültürel memler, bireylerin
zihinlerine yerleşti. Bu süreçte, geleneksel köy memleri ile modern kent memleri arasında bir
çatışma yaşandı. Geleneksel aile yapısı, komşuluk ilişkileri ve toplumsal dayanışma gibi
değerler, kent yaşamının bireyselliği ve rekabetçiliği ile karşılaştı ve arada kalan nesiller yetişti.
Sosyal mühendislik, bu dönüşüm sürecinin arkasındaki etkileyici faktörlerden biri olarak
karşımıza çıkar. Toplumun belli bir yönde şekillendirilmesi, bireylerin davranışlarının ve
düşünce kalıplarının yönlendirilmesi amacıyla kullanılan bir araçtır.

Türkiye’de, kentleşme vemodernleşme politikaları, bireylerin köyden kente göç etmelerini teşvik etmiş ve bu yeni toplumsal yapıya uyum sağlamalarını kolaylaştıracak şekilde düzenlenmiştir. Eğitim
sisteminin modernleşmesi, medya aracılığıyla yeni yaşam biçimlerinin özendirilmesi ve
ekonomik politikalar, bireyleri kent yaşamına hazırlayan sosyal mühendislik uygulamaları
olarak görülebilir. Bu uygulamalar, toplumun genel yapısını yeniden düzenlemeye ve
bireylerin bu yeni yapıya uyum sağlamalarına yardımcı olmaya yönelik stratejilerdir.
Toplumun ve bireyin ruh sağlığını regüle eden araçlar, bu değişim sürecinde kritik bir öneme
sahiptir. Aile yapısı, eğitim sistemi, dini ve kültürel kurumlar, bireylerin ruh sağlığını
destekleyen ve onları toplumun normlarına uyum sağlamaya yönlendiren önemli araçlardır.
Kültürümüze bakın köylerde kadınların toplandıkları fırınlar ve taş üstleri, kıraathaneler, köy
seyirlik oyunları, imece usulü yapılan yollar, camiler, çeşmeler, cezaevlerine yemek
götürülmesi, askerlerin uğurlamalarında cebe atılan para, düğünlerdeki “okuntu” geleneği,
ihtiyar heyetleri, gençlerin bayrak dikmeleri bir diğer yandan inanç ibadet ayinlerle yapılan
ritüeller detaylandırmayacağım bir çok şey daha bunların her biri bireylerin yaşadığı sorunlar
karşısında yardımcı olan mekanizmalardı. Özellikle köy gibi küçük gruplarda oradaki halkın
kültüründe ne zamandan beri süre geldiği belli olmayan yaşamlarını devam edebilmeleri için
yerel ama etkili mekanizmaları normları fark edebilirsiniz.

Kent-köy göçüyle birlikte, bu araçların işlevi de değişime uğradı. Kentlerde, geleneksel köy yapısının sunduğu toplumsal destek mekanizmaları zayıflarken, bireyler kendilerini yeni bir sosyal çevrede yeniden inşa
etmek zorunda kaldılar. Bu süreçte, medya, eğitim ve sağlık hizmetleri, bireylerin ruh sağlığını
destekleyen ve kent yaşamının getirdiği stres ve uyum sorunlarına çözüm bulmaya çalışan
araçlar haline geldi. Neyseki Müslüm-Ferdi dönemi geride kaldı. Teknolojiyle aşılan kültür,
büyüyen gruplar ve mem ler bireylerin ihtiyaçlarına cevap verebilmesi için evrimleşmesine
yeterince zamanının olmaması, hızlı değişen ihtiyaçlara eski yöntemlerin cevap verememesi
ve yabancılaşan, yalnızlaşan ve sistemin istediği gibi bireyselleşen aidiyetleri kaybolmuş ne
yapacağını bilmeyen insanlar. Aslında ülkelerin ve otoriteler yaptığı meydanlardan,
kurumlara, ekonomik kararlardan seçimlere her bir kararların bireylerin psikolojisini dikkate
alarak sosyal mühendislik ile bu durumu düzenleyebilir. Buna yapay olur ama işe yarayabilir
işte paradox olgunlaşma için yeterli zaman yok.

Burada birçok bahane nedeni verdim değil mi? Herkesin kontrol edebileceği şeyler ve etki
alanı vardır. STK demek ülkenin can damarı demektir. Toplumun dahiliyeti, sorumluluğu ve
etki mekanizmasını kullanabileceği en güzel araç. Siz kontrol edebileceklerinize ve kendinize
odaklanacaksınız. Toplumda ise etki alanınız ve imkânınız çerçevesinde ister STK ister
Toplum Gönüllülüğü ister kan bağışı, yoldaki taşı sağa kaldırmanız, komşunuza götürdüğünüz
yemek, üni okuyan gençlere burs, çocuk esirgemeye ya da güvendiğiniz kurumlara ufak
bağışlar yapın. Her şeyi geçtim insanları gerçekten dinlemenin ve onlara gülümsenin bile
yapacağı kelebek etkisini asla tahmin edemezsiniz.

Leave a Comment

Comments

No comments yet. Why don’t you start the discussion?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir