DEPRESYON Kitabımdan kesitler…

ÇÖZÜM ARAYAN 5 DERVİŞ BİRİ MURADA ERMİŞ


Bu kadar kitabi bilgi yeter canın biraz sıkılmış olabilir. Sıkı can iyidir özellikle tavşan gibi bilgi
canavarı biriysen zaten zevkle buraya kadar geldin. Değilsen değişimin parke taşlarını
döşemeye devam edelim.

*Yardım etmek ne güzel bir şeydir değil mi? Koşulsuz içten gelen, sizi rahatlatan içinizin hoş
olmasını sağlayıp manevi tatminle dolduran bir his. Tabi çıkarlar içinde yapılan yardımlar
oluyor. Asıl konu bu değil peki ya yardım almak konusu? Yardım istemek ayıptır, kötüdür sizi
zayıf gösterir, kendisine saygı duymayan insandır, dilencidir kendi yağında kavrul ama kula
minnet eyleme bunlar küçüklüğümüzden beri duyduğumuz kültürümüzün içinde olan
durumlardan değil mi? Atasözleriyle de problemim var zaten her atasözünün mutlaka zıt
anlamına gelen bir değişiği de var. sadece sohbeti doldurmaya renk katan ama ciddiye
alınmaması gereken araçlar. Yardım isteme davranışı sosyal hayvanlar için gereklidir modern
medeniyetlerin temelinde yardım etme, işbirliği imece gibi ulu tutumlar vardır. Kültürümüzde
herkes bıçak kemiğe dayandığı anda, bardağın taşmasına son damla kala yardım isteğinde
bulunuyor öyle insanlar ile karşılaştım ki sadece bu yardım istememe davranışını aylarca
çalıştık ve beni en çok zorlayan kişiler bunlardı. Gerçi yardım istemeyi de unuttuk zaten bilgi
enflasyonu olan çakracısından şarlatanına bol olan piyasa da nasıl yardım isteyeceğiz.
Türkiyede ruh sağlığı piyasasına biraz göz atmak ister misin?biliyorum piyasa kelimesi rahatsız
edici ama burada da arz talep ve ekonominin diğer kuralları işliyor. Talep eden sensin aynı
internetten bir giyecek veya bir ürünü alırken karşılaştığın sorunların misliyle karşılaşacaksın
çünkü bir yol haritan yok yani yoktu. Yardım alma istemenin cezalandırıldığı ve bu arayış
utanılan, deneyimleyenin az olduğu, dejenere olmuş kültürün boş gururları yüzünden elini
uzatmayan insanların boğulduğu,
belki de işin doğası gereği deneyimleyenlerinde
mahremlerinden dolayı anlatamayı seçmedikleri bir piyasa.
Şimdi Her şeyi bir kenara bırakın bu satırları okuyan bir insan şanslı azınlıktadır. Bir şeylerin
yolunda gitmediğini fark etmiş, o içindeki ateş ufacacık olsada arayışa girmiş, değişime hazır
bir insandır. Bu kitabı yazarken en zoru neydi biliyormusun ilk sayfa. İlk sayfayı yaklaşık bir
ayda yazdım. Kitabı yazağıma 5 ayda karar verdim. İlk sayfanın ardından buralara nasıl aktığına bu kadar deneyime uzmanlığa rağmen hala şaşırıyorum ve bu hisse aşığım aşık.Sen
senin iyileşme kitabında neredesin düşünmede mi yok canım orayı geçeli çok olmuş sırf bu
kitabı alırken bile ilk sayfanının ortasına geldiğini görüyorum; akış yakında.
Diyelim ki kendinizde bir sorun olduğunu düşünüyorsunuz. Toplumun çoğunluğuna göre
normal dışı davranışlarınız ve tutumlarınız var, son zamanlarda bozulan işlevselliğinizin
farkındasınız ve yardım arayışındasınız. Herkesin kendi inanç, iç grubu, dış grubu, kimliği,
kültürü, karakteri gibi etkenlerle bu yardım arayışı şekillenir. Bu konuda tipler vardır, bu tipleri
çevrenizde gözlemleyebileceğiniz gibi belki de biri sizsiniz: Cinci hocalar, bitkisel takviyeler,
el altından alınan ilaçlar, falcı bacılar, arkadaşlar, yer-şehir değiştirerek kaçma, ayinlere
katılma, madde ile başa çıkmaya çalışma, spritüel danışmalar gibi yöntemleri seçebilirsiniz. İşe
yarasa bile placebo olduğu için belki kısa süreli rahatlama sağlasa da, zarar görme riskiniz çok
yüksektir ve bu yöntemler genelde şarlatanlığın büyüsüne kapılıp maddi çöküşü beraberinde
getirir. Çevrenizde bir sorunuz olduğunda hemen çevrenize şunu yap bak şu otu kullan şuna git
diye kouşmaya başlarlar sizde kanser hastaları gibi yaşadığınız sorunun yoğunluğundan ve
çaresizlikten bu sahte umut yılanlara sarılıyorsunuz. Size bunlar iyi de gelebilir zarar da
verebilir.. Tabii birçok grup şey yapıyorlar, işte beyaz yakalıları hedef alıyorlar, ne bileyim dindarları
hedef alıyorlar, işte genç erkekleri hedef alıyor, mesela çekim çakım, curt yasasıyla hedef alıyor,
dindarları hedef alan sufi bilmem ne psikolojisiyle alıyor. Beyaz yakayı hedef alan da işte spiritualizm
bilmem ne, hayatın anlamı manlamı tarzıyla anlam krizi yaşayan bütün arkadaşlar bu şekilde patates
oluyo.Açıkçası aldığınız riske değmez
Diğer biri ise devlet hastanesinden psikiyatri randevusu alacak bilince sahiptir, doktor ile
görüşmeye gider. Doktora 20 dakika bile sürmeyen bir sürede semptomlarını (uyku, iştah
azalımı/artması, uykusuzluk, yinelenen düşünceler vb.) anlatır. Doktor, gözlemleriyle bir
varsayım oluşturur ve tanı kriterlerini karşılıyorsa o tanıyı koyar, ardından tecrübeleri
çerçevesinde bir ilaç yazar. Ekler: “1 ay sonra seni tekrar göreceğim.” Ne ilaçların kullanım
mekanizmasını ve kişi üzerindeki işleyiş mekanizmasını anlatır ne almanız gereken önlemleri
ne de sizin hakkınızda ne varsaydığını. Bu konuda asla suçlama yok; en az 40 dakikalık
yapılması gereken görüşmelerin 20 dakikaya, hatta daha aza sığdırılmaya çalışıldığı bir sistem
var. Genelde hasta ilk başta uyku problemi, bilincinin zayıfladığı, iş performansının düştüğü,
cinsel iktidarsızlık yaşandığı, aşırı yeme ya da iştah kapanması olduğu için afallar. Kafasındaki
düşünceler ve rahatsız edici duygular azalmıştır ama kendini içten içe insanlıktan ve asıl
kendinden uzaklaştığını, bir robot ya da kobay faresi gibi hissetmeye başlar.(İlla ki böyle
olacak diye bir şey yok ama çoğu ilaç tedavisi bu şekilde sonlanıyor.) Ardından motivasyonuna
ve durumun ciddiyetine göre ya doktora bir daha gider ve gerekirse ilaç düzenlenmesi yapılır,
belki gerçekten fayda görmeye başlar; belki de uzun yıllar sürecek hayattan kaçmak için ilaca
bağımlılık geliştirir (doz artımı, yan etkilerin ağırlaşması, iyileşme ve bırakma). Ya da bir
anda ilacı almayı bırakır ve düzeleceğine dair olan inancını yitirir. Başka yerlerde yardım
aramaya çalışır ya da o çaresizlik konfor alanında kendince yaşar gider. Kimisi ise (özellikle
yaşlılar) ilacın prospektüsünde hayallere dalarlar oradaki şizofreni, bipolar ve diğer psikiyatrik
rahatsızlıklarda da aynı ilacın kullanıldığını görür hekimin yanlış ilaç yazdığını düşünür “Deli
miyim ben?”, “Beni öldürmek istiyorlar” gibi kaygılarıyla, inanışlarla baş başa kalmayı tercih
eder ilacı hiç almaya bile başlamaz.
Başka biri ise internete “depresyon tedavisi” yazar. Karşısına Google, en yakın psikologları ve
online seçenekleri gösterir. Bu kişi hemen en yakındaki yeri arar ya da online terapi sitelerinden
fiyatı ve dış görünüşüne göre bir terapist seçer. Terapistin ne eğitim aldığına, ne üzerine
uzmanlaştığına, psikoloji mezunu olup olmadığına, deneyimine gibi hiçbir şeye bakmaz.
Şansına iyi bir terapist denk geldiyse, başlangıçlarda hiçbir şey yapılmadığını, bunun onun için
maliyetli olacağını fark eder ve yüzleşme ile farkındalık sürecinin daha da kötüye gittiği
algısıyla, terapistiyle bile konuşmadan gitmeyi bırakır. Kötü bir terapiste denk geldiyse,muhtemelen terapist(!) tarafından ticari bir gözle görülür. Bilimsel verilere dayanmayan
açıklamalar ve uzun uzun nasihat, tavsiye ile seanslar sürer. Bu bir terapi değildir, bir sirktir.
Orada oynayan fil misiniz yoksa seyirci misiniz, orası sizin sanatçı ruhunuza kalmıştır.
Eğlenirsiniz, vakit güzel geçer, zevklidir ama maddi durumlar zorlamaya başladığında
bırakmak zorunda kalırsınız.
Bir diğer kişi, bu kitaba denk gelmiştir; belki sevdiği birinin önerisiyle ya da hayat bir şekilde
karşısına çıkarmıştır. Okumaya başlar. Her bir satırda aydınlanır ve artık kendi iksirini
bulabilecek, yapabilecek bilgiye sahiptir. Önce gerçekten bir sorunu var mı yok mu; varsa
yardım arayışının sebeplerini ve ihtiyaçlarının farkına varır. Bu ihtiyaçlara cevap verecek
seçenekler önündedir, en iyi seçeneği seçer ve yolculuğa başlar. Bu yolculuğu en iyi şekilde
tamamlar, çünkü yoldaki simgeleri okumayı, Hasan Sabbah’ın bahçelerine kanmamayı,
şarlatanların seraplarına takılmamayı, Sirenlerin şarkılarını duymamayı öğrenmiştir. Tavşanla
yolculuğunun ardından donanımlıdır iksir yol haritası ve zaten içinizde korlanmış iyileşme
yangınıyla sonuç ne olur sizce?

MUTLULUK
“Depresyonun zıttı mutluluk değildir, fakat canlılıktır ve tam da o anda benden sızıp giden, işte
canlığımdı.”
Antik Yunan filozofları mutluluk üzerine ilk önemli düşünceleri geliştirenlerdir. Aristoteles,
mutluluğu “eudaimonia” olarak tanımlamış ve bunu, bir insanın erdemli yaşamla ulaşabileceği bir iç
huzur ve yaşam amacının yerine getirilmesi olarak görmüştür. Aristoteles’e göre mutluluk, bir dizi
erdemli eylemde bulunmanın sonucunda ortaya çıkan bir durumdur ve sürekli bir arayış içerisinde
olunmalıdır. Erdemli yaşam, bireyin yetenek ve potansiyelini tam anlamıyla kullanarak topluma katkı
sağlamasıyla gerçekleşir. Ona göre mutluluk, dışsal başarılar ve geçici hazlardan değil, bireyin içsel
gelişiminden kaynaklanır.
Diğer yandan, Epikür, mutluluğu “haz” olarak tanımlar ancak bu haz kavramı, yanlış anlaşılan
hedonizmin aksine, dengeli ve ölçülü bir yaşamla elde edilen bir tatmin durumudur. Epikür’e göre, asıl
mutluluk, gereksiz acılardan kaçınma ve basit zevklerle yetinme üzerine kuruludur. Aşırıya kaçmayan
bir yaşam tarzı, bireyi mutlu kılar çünkü insanın ihtiyacı olan şeyler azdır ve kolayca karşılanabilir.
Stoacı filozoflar ise mutluluğun, dış koşullara bağımlı olmadığını savunmuşlardır. Epiktetos ve
Marcus Aurelius, bireyin kontrol edemeyeceği dış olaylar yerine, kontrol edebileceği tek şey olan içsel
tutumlarına odaklanması gerektiğini savunmuşlardır. Stoacılara göre, mutluluk, dış dünyanın
değişkenliklerinden etkilenmeyen bir zihinsel dinginlik ve doğaya uygun yaşamaktır. İçsel dengeyi
bulmak, mutluluğun temelidir. Stoacı filozofları özellikle Marcus Aurelius u okumanızı tavsiye
ederim. Friedrich Nietzsche ve Arthur Schopenhauer ı tekrar tekrar okuyup kirli beyaz sakallı
şarapçı evsiz dayılara benzemek istiyorsanız ve ya bir Ulus BAKER değilseniz kendinize bunu
yapmayın. En azından şimdilik.

Biraz daha yakın zamana gelelim Mihaly Csikszentmihalyi nin Akış kavramına. Hani bir işle
ya da arkadaşlarınızla zamanın nasıl geçtiğini anlamadığınız anlar vardır ya mahallede top
oynarken akşam ezanının okunması gibi zamanın nasıl geçtiği hiç anlamamış sabaha kadar
daha top oynamak istersiniz ya işte o his bu his. Mihaly Csikszentmihalyi tarafından da bunun
yani “Akışın” bir formülü çıkarılmış:
Keyif (E) = {Zorluklar (C) + Beceriler (S)} / {(Zorluklar (C) – Beceriler (S)) + İlgi (I)}
“Hayatta en çok kendimizi, bir zorluğu ustalıkla çözme sürecinde tamamen katılmış hissederiz – bu spor olabilir, sanat olabilir ya da günlük yaşamın sıradan faaliyetlerinde olabilir.
Becerilerimizin yüksek zorluklarla uyum sağladığı anda aldığımız bu keyif, ‘akış’ dediğim
şeydir.” Csikszentmihalyi, insanların en mutlu ve motive hissettikleri anların, zorluklarla
becerilerin dengeli olduğu durumlarda gerçekleştiğini savunur. Akış deneyimi, kişi bir göreve
yoğun bir şekilde odaklanmışken ve bu zorlukları aşmak için gerekli becerilere sahipken
meydana gelir.
Burada bir durun bakalım. Kendinizi kaybettiğiniz ve zamanın nasıl geçtiğini anlamadığınız
anları düşünün. Hatta yazın bi kenara. en az 3 tanesini şimdi bulabilirsin. İşte bu akış içinde
olduğun etkinliklere hayatına daha çok dahil et.
Benim en sevdiğim formülüme gelirsek;
Mutluluk = Biyolojik Eşik+ Zihin hijyeni+Uyum(Başkaları)+Uyum(İş) +Uyum(Yüceamaç)
Biyolojik Eşik: Biyolojik Ayar Noktanız (Setpoint). Mutluluğunuzun biyolojik temeli,
beyninizin olumlu fırsatları görmeye ve onlara yönelmeye mi, yoksa tehditleri görüp geri
çekilmeye mi eğilimli olduğuyla ilgilidir.
Zihin hijyeni: Zihinsel Hijyen. Zihninizi gereksiz düşüncelerden ve küçük meselelerden ne
kadar uzak tutabildiğinizdir. Meditasyon, bilişsel terapi ve egzersiz gibi uygulamalar zihinsel
hijyenin korunmasına yardımcı olur.

Uyum(Başkaları/iş/yüce amaç) diye ifade ettiğim matematikteki f(x) fonksiyonu gibi içine
gelen kelime ile uyumunuzu belirtir.
Uyum(Başkaları): Birey ile Başkaları ( Başkaları) arasındaki uyum. Aile ve arkadaşlarınızla
olan bağlarınızı ifade eder. Sosyal ilişkiler mutluluğun önemli bir parçasıdır. Atasözlerinden
hoşlanmam demiştim ama “Yalnızlık Allah’a mahsustur”.

Uyum(İş): Birey ile İşi(Work) arasındaki uyum. Yaptığınız işin güçlü yönlerinizi kullanmanıza
ve size yukarıda anlattığım “Akış (flow)” hissi vermesine dayanır. Burada İşten kastımız 8-5
gittiğiniz iş değil yaptığınız eylemler, gün içindeki etkinlikleriniz, yani tüm çalışmalarınızı
kapsar. Bir iş yaparken veya gününüzü düşündüğünüzde kendinizi ne kadar meşgul ve üretken
hissediyorsunuz?
Uyum(Yüce Amaç): Birey ile Yüce Amaç (something Greater than yourself) arasındaki uyum.
Sizden daha büyük bir amaç peşinde koşup koşmadığınız önemlidir. Din, bilim, siyaset, millet
veya aktivizm gibi hepinizin bir kolektif grubu ve davası var. Anarsişt bile olsa bi grubunuz
amacınız vardır. İşte böyle kolektif bir amaç için çaba göstermek, sizi günlük küçük
kaygılarınızdan uzaklaştırarak daha yüce bir amacın peşinden gitmenizi sağlar.

*Biyolojik eşiğiniz aileden kalan kalıtsal özelliklerinizdir. Ailenizden aldığınız genetiğinizde
saç renginiz, göz renginiz, kan grubunuz gibi size geçen genetik özellikleriniz var. Aile dizimi
gibi hiç işe yaradığını görmediğim sözde terapilerde de size bu martavalı okuyabilirler. Genetik
biliminin nasıl işlediğini bilmeden isteğin gibi sallarsın ve kimse bilmediğinden insanlarda
karşı arguman sunamaz. Babanız ve annenizden genlerinizi aldığınıza göre nasıl onlardan daha
uzun olabiliyorsunuz. Uzun boy geni tek bir gen olarak düşünürsen bunu anlayamazsın. Mesela
babanda uzun boy geni var ama boyu baskılayıcı birçok gen daha var annende de aynı şekilde
ve ikiside 160 ı geçmiyor. Sense 180 cm sin çünkü ikisindende o baskın kısa boy genlerini
almadın. Parça parça uzun genleri sana aktardılar belki de baskılayıcı gen sana düşmedi.
Biyoloji derslerinde gen ile ilgili derslerde hep kafam karışırdı hatta 150 cm olan ana babadan
170 çocuk çıkmaz diye düşünüp belli bir süre evlatlık olduğumu düşündüm. Şimdi biraz daha
oturmuştur. Kişisel özellikleriniz daha doğrusu mizacınızda böyle anne babadan direkt
mutluluk genlerini almazsın. Bu süreç düşündüğünüzden daha komplex ve karmaşşık.
Doğuştan gelen mizacın, stres ve acıya karşı eşiğin bunların hepsini genetik olarak alırsın ama
bunu bir aralık olarak düşün. Farazi bir örnek verirsek senin mutluluk eşiğin 20 – 50 arasındadır
sen se hiç 40 ı çıkmadın ve genelde ise 20 lerdesin. Bu nasıl oluyor; tek yumurta ikizi
çocukların da genetikleri aynı olmasına rağmen farklı ortamlarda büyüdüklerinde farklı
karakter ve kişilik özellikleri göstermesi gibi. İkisininde mutluluk aralığı 20-50 arası ama
yaşam, deneyim öğrenmeyle ve bir çok çevresel nedenden dolayı biri genelde 25 lerde diğeri
ise 42. İşte biliş,algı,inanç beklenti,sonraki satırlarda açıklayacağım sosyal uyum, akış,
bağlanma, uyum,başa çıkma becerileri, olumlu deneyimler,şans,varoluş amacın ve ya senden
daha büyük bir davaya gruba adanmışlığın ve onlarca faktör daha. Sende depresyondaysan
mutluluk eşiğinde 25 lerdesin. Bu kitaptakileri okuduktan sonra uyguladıktan sonra belkide
pandoranın kutusu açılacak gerçek potansiyelin 50-55 leri göreceksin. Genetik potansiyelini
belirler senin kontrolü eline alabileceğin ise potansiyelindir bunu küçümseme ve zaten
genetiğim böyleymiş diye kendini haklı çıkarma hatasına düşmeyeceksin. Potansiyelin
sınırlarını öğrenebilme macerasına girecek, yeri geldiğinde düşecek tekrar kalkacak ama o
sınırı zorlamaya çalışacaksın. İnan 20-50 aralığındaysa eşiğin sen 25 teysen genelde ve 32 leri
hiç zorlamamışsan hani diyorsun ya ben hiç mutlu olmadım, hayatımda bir kere yüzüm
gülmedi işte o 30 31 de olduğun en mutlu olduğun az anıyı hatırla o sınırı geçtikten sonra 34ler
40 lar 45ler nasıl olurdu? aklın almıyor belki normal çünkü 40 mutluluğunu hiç
deneyimlemedin. Her eşiği yukarı kırdığında öyle zevk alacaksın ki çünkü bir şansında ilk defa
deneyimleme şansına sahipsin. Merak yakıtın heyecan yoldaşın amacın ise genetik potansiyelin
tavanı olsun.
*Sosyal psikolojiden grup dinamiklerine bakalım biraz. Bireyin grup içindeki yeri, büyük
ölçüde sosyal kimlik teorisi ile açıklanır. Sosyal kimlik, bireyin kendisini tanımlamak için
kullandığı grup üyeliklerinden oluşur. Bireyler, kendilerini belirli bir gruba ait hissetmek için
sosyal kategoriler kullanır ve bu kategoriler, üst grup (in-group) ve alt grup (out-group)
ayrımını yaratır. Üst grup, bireyin kendisini ait hissettiği ve olumlu özelliklerle donattığı
gruptur. Alt grup ise bireyin kendisini dışarıda bıraktığı veya karşılaştırdığı gruptur.
Bu dinamikler, bireyin grup içindeki rolünü ve etkileşimlerini derin bir şekilde etkiler. Üst
gruba olan aidiyet duygusu, bireyde olumlu bir kimlik geliştirme eğilimini desteklerken, alt
grup üyelerine karşı önyargı ve ayrımcılığa yol açabilir. Bu, bireyin grup içindeki
davranışlarını şekillendirir ve grup içi uyumun veya çatışmanın temelini oluşturur. Bireylerin
grup normlarına uyma eğilimleri, sosyal onay arayışı ve grup üyeliğinin getirdiği güvenlik
duygusu ile açıklanabilir. Ancak, bu durum bireyin özgürlüğünü ve bireyselliğini deetkileyebilir. Grup normları, bireyin kendini ifade etme özgürlüğünü sınırlayabilir ve grup içi
baskıya yol açabilir. Birey, grup normlarına uymak ile kendi inanç ve değerlerini korumak
arasında bir denge kurmak zorundadır. Buradan anlayacağız sizin kolektif grubunuz da sizin
mutluluğunu etkiler. Siz kendinizi türk, müslüman, alevi, sünni, muhafazakar, liberal ne
görüyorsanız görür bu dengeyi sağlamanız gerekir. size sünni muhafazakarsınız diye aşırıcı
dinci gruplara katılıp cihada gidin demiyorum kendinizi daha ulvi,insanlığa ya da inancınıza
insanlığa fayda sağlayacağınız uğraşılar ve daha büyük bir amaç için adamanızdan
bahsediyorum. Eğer bir uzay boşluğunda rotanı şaşırmış gibisen ve gündelik yaşayıp gittiğini
düşünüyorsan bu ulvi amacınızı bulmak için ipucunu ise içinizde arayın. İçinizi kıpraştıran
etkileyen neler var bi kulak verin onun sesini duyacaksın.
Mutluluk sokrates’ten hedonistlere faydacılara ve modern zamana kadar tartışıldı. Siz ise bana
göre en mantıklı ve işe yarayan mutluluk formülüyle tanıştınız. bu formülü Toparlarsak:
Mutluluk biyolojik eşiğiniz, Zihin hijyeni, diğerlerine,işinize ve amacınıza uyumuzun
toplamıdır. Satır aralarında şimdiye kadar nasıl bunları sağlayabileceğinizi nasıl dengeyi en iyi
şekilde sağlayabileceğinize dair ufak ipuçları bıraktım. Daha detaylı ve en önemli noktalara
geçiyoruz sonraki bölümlerde.

Leave a Comment

Comments

No comments yet. Why don’t you start the discussion?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir